İlklerin kadını olan Dr. Pakize İ. Tarzi’nin, günümüze kadar izler bırakan hayatı, 1909 yılında Halep’te başlar. Çocukluğunu, Ziraat Bankası’nda çalışan babasının görev yaptığı şehirlerde geçiren Dr. Tarzi’nin en büyük uğraşı, sokaktaki hasta hayvanlara sahip çıkmaktır.
Eğitim hayatına, mürebbiyesinin Fransızca öğretmesi ve özel öğretmenlerinin evde verdiği derslerle başlar. Henüz küçük bir kız çocuğuyken savaşla karşı karşıya gelen Pakize Tarzi, 1918’de, yaşadığı şehir olan Şam’ın işgaliyle yuvasını terk edip bir gecede Adana’ya gitmek zorunda kalır. Ancak ailesinin burada kurduğu hayat uzun ömürlü olmaz. Fransa’nın Adana’yı işgal etmesiyle Dr. Tarzi ve ailesi, apar topar Konya’ya yerleşir. Ortaokulu, Konya’daki Sörler Okulu’nda tamamlayan Dr. Tarzi, hayatının en acı olaylarından birini de bu zamanlarda yaşar. Evlerinde, bir “Kuvayımilliyeci” olan amcasının bulunması, ailenin Delibaş Ayaklanması sırasında isyancıların saldırısına uğramasına neden olur. Bu saldırı sırasında, Dr. Tarzi’nin ablası Kamiyap ağır yaralanır ve tüm uğraşlara rağmen kurtarılamaz. Bu olay Dr. Tarzi’yi derinden etkiler ve ailesi tüm zor koşullara rağmen ayakta kalmaya çalışır. Ailenin Bursa’ya taşınmasıyla Dr. Tarzi, Bursa Amerikan Kız Koleji’nde yatılı olarak okumaya başlar. Kendisi sevilen, başarılı bir öğrenci ve sporcudur. Öğretmenleriyle yaptığı akşam sohbetleri, ona gelecek hakkında pek çok ders verir. Özellikle, bir konuşma sırasında öğretmeninin “Doktor olsan da kadınlığını unutma!” sözü onu çok etkiler. Hayatı boyunca sürdürdüğü başarılı doktorluğunun yanı sıra dikkatleri de üzerine çeken bir hanımefendi olmasına, belki de bu söz zemin hazırlar. Bu sıralarda cumhuriyet ilan edilir. “Cumhuriyet ülkemizin kuruluşunun ve biz kadınlara verilen imkânların güvencesiydi” sözüyle, Dr. Tarzi bu olayla yaşadığı güven ve mutluluğu anlatır.
Doktorlukla Tanışması...
Pakize Tarzi’nin doktorluğa olan ilgisi, özellikle bu senelerde yoğunlaşır. Bakaloryasını elde ettiği anda kararını doktorlukta kılan genç kıza, ailesi karşı çıkar. Doktorluk büyük bir sorumluluk ve ağır bir yüktür. Kızının yıpranacağını düşünen ve bu isteğini desteklemeyen babası, onu Lozan Üniversitesi Tarih Fakültesi’ne yazdırır. Ancak Dr. Tarzi, kararlılığı ve doktorluk sevgisiyle ailesini ikna eder. Yaşının üniversite için henüz küçük olması sorunu mahkemeyle halledilir ve Dr. Tarzi, İstanbul Darülfünun’da Fizik- Kimya Bilimleri okumaya başlar. Dersler ve tıp dili önce onu zorlar. Ancak profesörlerinin de desteğiyle asla pes etmez. Önceleri histolojiyle ilgilenen Tarzi, laboratuvarlarda gönüllü olarak çalışmaya başlar. Tıbbın üçüncü senesinde, ilk kez hastalarla yüz yüze gelir ve ameliyatları gözlemler. “Amatörlük yılı”nı önce hariciyede, daha sonra histolojide geçirir. Zamanla tıbbiyenin gözdesi olan Dr. Tarzi’ye, pek çok kez yurt dışından gelen yabancı tıp öğrencileriyle ilgilenme görevi verilir. Özelikle bir grup Fransız öğrenciyle kurduğu gerçek dostlukları unutamaz. Bu görevler onun için “onur verici” dir. Mustafa Kemal Paşa’nın, bayan tıp öğrencilerinin köyleri görmelerini istemesiyle başlayan Anadolu projesi de onun için önemli bir tecrübe olur. Üç hafta boyunca Anadolu köylerini gezen Dr. Tarzi, kadınlara, geçirdikleri rahatsızlıklarda hastanelere gitmeyi ve ilaç kullanmayı öğütler, onları bilinçlendirmeye çalışır. Eğitimi sırasında, fakülteyi temsilen Yıldız Sarayı’nda toplanan Uluslararası Kadınlar Kongresi’ne de katılan Pakize Tarzi, yabancı kadın delegelere ülkemizin gelişmesini ve devrimlerini anlatır. Onların gözünde “Yeni Türk kadınının doğuşu”nu simgeler. Dr. Tarzi, tıbbiyeye gelen yabancı profesörlerin de dikkatini çeker. Özellikle Dr. Ocean Lang, kendisine Amerika’da okumaya devam etmesi için bir teklif yapar. Dr. Tarzi’nin cevabı “Ben bu toprağın kızıyım, buradan kopamam.” olur. .
Meslek Aşkıyla Dolu Bir Hayat...
Dr. Tarzi, tıp eğitiminin birinci senesinde, ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’le karşılaşır. Haydarpaşa garındaki karşılamada, Atatürk’e tıbbiye adına çiçek verir. Ancak yüce öndere duyduğu büyük saygı onu heyecanlandırır ve konuşamaz. Doktorluk eğitimi gittikçe ağırlaşan Tarzi’nin, gece nöbetleri başlar. Kadın doğum servisinde bulunur, laboratuvarda gebelik testleri üzerinde çalışır. İlk doğumunu da bir gece nöbetinde başarıyla yaptırır. Daha sonra iç hastalıkları stajında, tüberküloz bölümünde görev yapar, uzun uzun sohbetler ederek hastalara moral verir. Hastane dışındaki en sakin anlarında bile sürekli hastalarını düşündüğünü itiraf eder. 1932 yılında mezun olan Dr. Pakize Tarzi’nin, içi meslek aşkıyla doludur. Bu heyecanını “O gün dünyada yalnız ben vardım sanki. Bütün dünyanın acılarını ben dindirecektim” sözüyle dile getirir. O sene “Üniversite Reformu” gerçekleşir ve bu reform sürecinde, Almanya’daki Nazi rejiminden kaçan birçok bilim adamının katkılarından yararlanılır. Haseki Kadın Hastalıkları Kliniği’nin başına da Prof. Dr. Wilheim Liepmann ( 1878 – 1939 ) getirilir. Dr. Tarzi de yeni üniversitenin ilk kadın asistanı olarak, Prof. Dr. Liepmann’la çalışmaya başlar. Onunla pek çok ameliyata girer ve o dönemin koşullarında gerçekleştirilmesi güç tedavileri uygular. Geleceğine büyük katkı sağlayan o günleri; “Din ve ırk ayrımı sürüp gittikçe insanların mutlu olamayacaklarını düşünürüm, Türkiye’deki Alman profesörleri her hatırlayışımda…” sözleriyle anar. Dr. Tarzi, İstanbul Üniversitesi 1. Kadın Doğum Kliniği’nin ilk kadın uzmanı sıfatını elde ederek üniversiteden ayrılır ve ilk muayenehanesini açar. Yakın zamanda gazetecilerin yoğun ilgisiyle karşılaşır. Gazete ve dergilerde “ilk bayan kadın doğum doktoru” hakkında yazılar göze çarpmaya başlar. 1935 yılında, Afgan Kralı Amanullah Han’ın yeğeni Fettah Tarzi ile hayatını birleştiren Pakize Tarzi, eşinin işleri gereği Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde yaşar. Ancak bu durum onu mesleğinden koparmaz. Roma’da diplomasını onaylatır ve üniversitede çalışmaya başlar. Kraliçe adına açılan bir dispanserde ise kadın doğum hastalarını muayene eder. Bu sırada ilk kızı Fatma’yı doğurur.
Türk Tıbbı İçin Dönüm Noktası...
İstanbul’a döndüğünde histoloji bölümünde yardımcı doçentliğe başlayan Dr. Tarzi, neredeyse kendi yaşında gençlerin hocası olmanın gururunu yaşar. Doçentlik için tez çalışmalarına da başlar. Ankara'dan gelen bir başka adayın -kuvvetle muhtemel- önceden planlanmış başarısı bile onu yıldırmaz. Tezi kabul edilir. Sınav ameliyatı çok başarılı geçer; fakat ders verme bölümünde, istenen 45 dakikalık süreden kısa sürdüğü gerekçesi ile doçentliği kabul edilmez. O da istifasını verip üniversiteden ayrılır. Bu ayrılış, belki de Türk tıbbı için bir dönüm noktası olur. Dr. Tarzi, Kadın ve Doğum dalının onu ne kadar derinden etkilediğini şu sözleri ile ifade eder: “Kadının yaratıcı gücünün etkisindeydim, her doğum benim için bir mucizeydi. Kadın; sevgi yoluyla, şefkat yoluyla, kendi varlığına yerleştirdiği bir unsuru, kendi kanı, canı ile besleyerek yeni bir varlık yaratıyordu. Bu yaratış sırasında yüce bir varlığa dönüşüyordu. Hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir yücelik…”
Türkiye’nin İlk Özel Kadın Doğum Kliniği...
"Yıllar süren uğraşılardan sonra hamile kalabilmiş bir hastaya, özel kliniklerden birinde doğum yaptırmıştım. Bebek ağır bir sarılığa yakalandı. Klinikte bir çocuk doktoru olup olmadığını sordum "yok" dediler. İşte o sırada, loğusanın yanı başındaki odada, kraşa çıkarılan tüberkülozlu bir hastanın yattığını, aynı hemşirenin o kattaki bütün hastalarla ilgilendiğini, hatta bebeği kucağına aldığını gördüm. Bu gözlemden sonra, İstanbul'da bir kadın doğum kliniğine ihtiyaç bulunduğuna karar verdim. “Temiz bir özel klinik...”. İstanbul’da, modern bir kadın doğum kliniğinin gerekliliğini, işte karşılaştığı bu olaydan sonra anlayan Dr. Tarzi, Şişli’de Türkiye’nin ilk özel kadın doğum kliniğini açar. Klinikte her zaman bir ev havası olmasına özen gösterir ve yenilikleri takip ederek en son teknolojinin ürünlerini buraya taşır. Hastane araç gereçlerini hep İsviçre’den getirten Dr. Tarzi, bir gün broşürde ilgisini çeken bir kuvözü sipariş ederek prematüre doğan bir bebeğin de hayatını kurtarır. “Bu vakada; benim hekim olarak, klinik yöneticisi olarak duyduğum memnunluk ve heyecan; açıklanabilir, tanımlanabilir bir şey değil! Hiçbir maddi veya manevi teşekkür o vaka sırasındaki hislerimin karşılığı olamaz...” sözüyle de yenilikçiliğin önemini vurgular. Klinik daha sonra Nişantaşı’na taşınır ve zamanla Adile Naşit, Cahide Sonku, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım ve İnönü Ailesi gibi seçkin kişilere hizmet veren bir sağlık kuruluşu haline gelir. Zamanla, başvuran doktorlara sağlanan imkânlar ve gelen hastalara yatak olanağı gitgide azaldığı için, alınan izinlerle binaya önce üçüncü, daha sonra da dördüncü kat çıkılır. Kliniği, Dr. Tarzi’nin hayatında çok önemli bir yer kaplar. Zamanının çoğunu burada hastalarıyla geçiren Dr. Tarzi, zaman içinde yaşadığı bir takım sağlık problemlerine rağmen hiçbir zaman doktorluğa ara vermeyi düşünmez. “İnsan, hayatını başkalarınınkine bağladığında, kendi hayatını hiçe sayıyor, gözü görevden başka hiçbir şey görmüyor...” sözü ise bu kararı vermesindeki nedeni açıklar.
Gerçek Bir Cumhuriyet Kadını...
Dr. Tarzi, sosyal hayatında da pek çok başarılara imza atar. İstanbul’daki çalışan kadınlarla “İstanbul Soroptimis Kulubü”nü kurar. Bu klüp ilk planda eğitimsiz kadınlara okuma yazma öğretmeyi ve yeni yetişenlere elişi dersleri vermeyi amaç edinip başarılı olur. Aralık 1949’da, uluslararası federasyona asil üye olarak kabul olan kulübün kuruluşunun 25. yılında, Dr. Tarzi başkanlık yapar. Dr. Tarzi, aynı zamanda Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin de kurucularındandır. Meslek hayatına son verdiğinde bile dünyadaki gelişmelerden kopmaz; Japonya’daki Uluslararası Jinekoloji Kongresi’ne katılır. Kendisi ayrıca Tayland, Singapur, Filipinler, Hindistan, Japonya, Hawaii, Avustralya gibi pek çok ülkede bulunmuş, farklı kültürler tanımıştır. Mimoza dergisinin, Cumhuriyet'in 75. yılı dolayısıyla seçtiği "75 Başarılı Kadın" arasında da yer alan Dr. Tarzi, boğazı yüzerek geçen ilk kadın olma ünvanını da gururla taşır.
Gerek mesleki gerek sosyal hayatında gösterdiği üstün başarılarda, Dr. Pakize Tarzi dünya kamuoyunda Atatürk’ten sonra yetişen Türk kadınlarından biri olarak bilinmiştir. Meslek aşkı ve işini en iyi şekilde yapma arzusu sayesinde, geride unutulmayacak eserler bırakmıştır. Bunların en önemlisi kuşkusuz; “Türkiye’nin ilk Kadın Doğum Kliniği”dir. 21 Temmuz 1949’da Şişli’de kurulan ve daha sonra Nişantaşı’na taşınan klinik, öncelikli olarak Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilim Dalı’nda hizmet vermiş, yıllar içerisinde de kendisini geliştirerek; Genel Cerrahi, KBB, Göz Hastalıkları, Plastik ve Rökonstrüktif Cerrahi, Üroloji, Tüp Bebek gibi alanlarda da hizmet sunmaya başlamıştır.
Dr. Pakize İ. Tarzi, doktorluğu ve meslekte başarının sırrını şu sözleriyle açıklar: “İnsanları sevmeyen, doğaya aşık olmayan, karşılık beklemeden kendinden vermeyi bilmeyen hekim olmamalı… Bir hekim için önemli olan, moral yönünden doyuma ulaşmaktır. Buna ulaşılmazsa, yaşamaktan hiç zevk alınamaz. Hekim önce hayatın yüceliğini bilmek, hayata saygı duymak zorundadır. Benim mesleğimde kin, nefret, öç alma gibi şeyler yoktur. Temel ilke insana yardımdır. Hekimlik; yardım isteyene hiçbir biçimde sırtını çevirmeden, karşılık beklemeden, tam bir içtenlikle yardım etmeyi ilke edinen, bundan sonsuz zevk alan kimselerin mesleğidir ve böyle olmalıdır.”
Dopdolu bir yaşam geçiren Dr. Pakize Tarzi, ardında hoş bir seda bırakarak, 10 Ekim 2004 yılında aramızdan ayrılmıştır. Hiç şüphesiz ki o, ülkemizin yetiştirdiği önemli simalardan biri ve gerçek bir cumhuriyet kadınıdır. Onun ölüm haberini, tüm gazeteler baş sayfalarında; “Türkiye’nin ilk kadın doğum uzmanı Dr. Pakize Tarzi 94 yaşında öldü “ başlığı ile vermiştir.
Bu yazı www.pakizetarzi.com dan alınmıştır.
İlgili Konular:
- Kadın Hastalıkları Ve Doğum Tarihi
- Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uzmanı (Jinekolog)
- Jinekoloji (Kadın Hastalıkları)
Bu sitedeki yazıların her hakkı saklıdır, izinsiz kullanılamaz: Yasal uyarı
Yazıların her hakkı saklıdır, izinsiz kullanılamaz. devamı >>