TÜRKİYE'DE İLK BAYAN KADIN-DOĞUM UZMANI: DR. PAKİZE İ. TARZİ

İlklerin kadını olan Dr. Pakize İ. Tarzi’nin, günümüze kadar izler bırakan hayatı, 1909 yılında Halep’te başlar. Çocukluğunu, Ziraat Bankası’nda çalışan babasının görev yaptığı şehirlerde geçiren Dr. Tarzi’nin en büyük uğraşı, sokaktaki hasta hayvanlara sahip çıkmaktır.
Eğitim hayatına, mürebbiyesinin Fransızca öğretmesi ve özel öğretmenlerinin evde verdiği derslerle başlar. Henüz küçük bir kız çocuğuyken savaşla karşı karşıya gelen Pakize Tarzi, 1918’de, yaşadığı şehir olan Şam’ın işgaliyle yuvasını terk edip bir gecede Adana’ya gitmek zorunda kalır. Ancak ailesinin burada kurduğu hayat uzun ömürlü olmaz. Fransa’nın Adana’yı işgal etmesiyle Dr. Tarzi ve ailesi, apar topar Konya’ya yerleşir. Ortaokulu, Konya’daki Sörler Okulu’nda tamamlayan Dr. Tarzi, hayatının en acı olaylarından birini de bu zamanlarda yaşar. Evlerinde, bir “Kuvayımilliyeci” olan amcasının bulunması, ailenin Delibaş Ayaklanması sırasında isyancıların saldırısına uğramasına neden olur. Bu saldırı sırasında, Dr. Tarzi’nin ablası Kamiyap ağır yaralanır ve tüm uğraşlara rağmen kurtarılamaz. Bu olay Dr. Tarzi’yi derinden etkiler ve ailesi tüm zor koşullara rağmen ayakta kalmaya çalışır. Ailenin Bursa’ya taşınmasıyla Dr. Tarzi, Bursa Amerikan Kız Koleji’nde yatılı olarak okumaya başlar. Kendisi sevilen, başarılı bir öğrenci ve sporcudur. Öğretmenleriyle yaptığı akşam sohbetleri, ona gelecek hakkında pek çok ders verir. Özellikle, bir konuşma sırasında öğretmeninin “Doktor olsan da kadınlığını unutma!” sözü onu çok etkiler. Hayatı boyunca sürdürdüğü başarılı doktorluğunun yanı sıra dikkatleri de üzerine çeken bir hanımefendi olmasına, belki de bu söz zemin hazırlar. Bu sıralarda cumhuriyet ilan edilir. “Cumhuriyet ülkemizin kuruluşunun ve biz kadınlara verilen imkânların güvencesiydi” sözüyle, Dr. Tarzi bu olayla yaşadığı güven ve mutluluğu anlatır.

Doktorlukla Tanışması...

Pakize Tarzi’nin doktorluğa olan ilgisi, özellikle bu senelerde yoğunlaşır. Bakaloryasını elde ettiği anda kararını doktorlukta kılan genç kıza, ailesi karşı çıkar. Doktorluk büyük bir sorumluluk ve ağır bir yüktür. Kızının yıpranacağını düşünen ve bu isteğini desteklemeyen babası, onu Lozan Üniversitesi Tarih Fakültesi’ne yazdırır. Ancak Dr. Tarzi, kararlılığı ve doktorluk sevgisiyle ailesini ikna eder. Yaşının üniversite için henüz küçük olması sorunu mahkemeyle halledilir ve Dr. Tarzi, İstanbul Darülfünun’da Fizik- Kimya Bilimleri okumaya başlar. Dersler ve tıp dili önce onu zorlar. Ancak profesörlerinin de desteğiyle asla pes etmez. Önceleri histolojiyle ilgilenen Tarzi, laboratuvarlarda gönüllü olarak çalışmaya başlar. Tıbbın üçüncü senesinde, ilk kez hastalarla yüz yüze gelir ve ameliyatları gözlemler. “Amatörlük yılı”nı önce hariciyede, daha sonra histolojide geçirir. Zamanla tıbbiyenin gözdesi olan Dr. Tarzi’ye, pek çok kez yurt dışından gelen yabancı tıp öğrencileriyle ilgilenme görevi verilir. Özelikle bir grup Fransız öğrenciyle kurduğu gerçek dostlukları unutamaz. Bu görevler onun için “onur verici” dir. Mustafa Kemal Paşa’nın, bayan tıp öğrencilerinin köyleri görmelerini istemesiyle başlayan Anadolu projesi de onun için önemli bir tecrübe olur. Üç hafta boyunca Anadolu köylerini gezen Dr. Tarzi, kadınlara, geçirdikleri rahatsızlıklarda hastanelere gitmeyi ve ilaç kullanmayı öğütler, onları bilinçlendirmeye çalışır. Eğitimi sırasında, fakülteyi temsilen Yıldız Sarayı’nda toplanan Uluslararası Kadınlar Kongresi’ne de katılan Pakize Tarzi, yabancı kadın delegelere ülkemizin gelişmesini ve devrimlerini anlatır. Onların gözünde “Yeni Türk kadınının doğuşu”nu simgeler. Dr. Tarzi, tıbbiyeye gelen yabancı profesörlerin de dikkatini çeker. Özellikle Dr. Ocean Lang, kendisine Amerika’da okumaya devam etmesi için bir teklif yapar. Dr. Tarzi’nin cevabı “Ben bu toprağın kızıyım, buradan kopamam.” olur. .

Meslek Aşkıyla Dolu Bir Hayat...

Dr. Tarzi, tıp eğitiminin birinci senesinde, ilk kez Mustafa Kemal Atatürk’le karşılaşır. Haydarpaşa garındaki karşılamada, Atatürk’e tıbbiye adına çiçek verir. Ancak yüce öndere duyduğu büyük saygı onu heyecanlandırır ve konuşamaz. Doktorluk eğitimi gittikçe ağırlaşan Tarzi’nin, gece nöbetleri başlar. Kadın doğum servisinde bulunur, laboratuvarda gebelik testleri üzerinde çalışır. İlk doğumunu da bir gece nöbetinde başarıyla yaptırır. Daha sonra iç hastalıkları stajında, tüberküloz bölümünde görev yapar, uzun uzun sohbetler ederek hastalara moral verir. Hastane dışındaki en sakin anlarında bile sürekli hastalarını düşündüğünü itiraf eder. 1932 yılında mezun olan Dr. Pakize Tarzi’nin, içi meslek aşkıyla doludur. Bu heyecanını “O gün dünyada yalnız ben vardım sanki. Bütün dünyanın acılarını ben dindirecektim” sözüyle dile getirir. O sene “Üniversite Reformu” gerçekleşir ve bu reform sürecinde, Almanya’daki Nazi rejiminden kaçan birçok bilim adamının katkılarından yararlanılır. Haseki Kadın Hastalıkları Kliniği’nin başına da Prof. Dr. Wilheim Liepmann ( 1878 – 1939 ) getirilir. Dr. Tarzi de yeni üniversitenin ilk kadın asistanı olarak, Prof. Dr. Liepmann’la çalışmaya başlar. Onunla pek çok ameliyata girer ve o dönemin koşullarında gerçekleştirilmesi güç tedavileri uygular. Geleceğine büyük katkı sağlayan o günleri; “Din ve ırk ayrımı sürüp gittikçe insanların mutlu olamayacaklarını düşünürüm, Türkiye’deki Alman profesörleri her hatırlayışımda…” sözleriyle anar. Dr. Tarzi, İstanbul Üniversitesi 1. Kadın Doğum Kliniği’nin ilk kadın uzmanı sıfatını elde ederek üniversiteden ayrılır ve ilk muayenehanesini açar. Yakın zamanda gazetecilerin yoğun ilgisiyle karşılaşır. Gazete ve dergilerde “ilk bayan kadın doğum doktoru” hakkında yazılar göze çarpmaya başlar. 1935 yılında, Afgan Kralı Amanullah Han’ın yeğeni Fettah Tarzi ile hayatını birleştiren Pakize Tarzi, eşinin işleri gereği Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde yaşar. Ancak bu durum onu mesleğinden koparmaz. Roma’da diplomasını onaylatır ve üniversitede çalışmaya başlar. Kraliçe adına açılan bir dispanserde ise kadın doğum hastalarını muayene eder. Bu sırada ilk kızı Fatma’yı doğurur.

Türk Tıbbı İçin Dönüm Noktası...

İstanbul’a döndüğünde histoloji bölümünde yardımcı doçentliğe başlayan Dr. Tarzi, neredeyse kendi yaşında gençlerin hocası olmanın gururunu yaşar. Doçentlik için tez çalışmalarına da başlar. Ankara'dan gelen bir başka adayın -kuvvetle muhtemel- önceden planlanmış başarısı bile onu yıldırmaz. Tezi kabul edilir. Sınav ameliyatı çok başarılı geçer; fakat ders verme bölümünde, istenen 45 dakikalık süreden kısa sürdüğü gerekçesi ile doçentliği kabul edilmez. O da istifasını verip üniversiteden ayrılır. Bu ayrılış, belki de Türk tıbbı için bir dönüm noktası olur. Dr. Tarzi, Kadın ve Doğum dalının onu ne kadar derinden etkilediğini şu sözleri ile ifade eder: “Kadının yaratıcı gücünün etkisindeydim, her doğum benim için bir mucizeydi. Kadın; sevgi yoluyla, şefkat yoluyla, kendi varlığına yerleştirdiği bir unsuru, kendi kanı, canı ile besleyerek yeni bir varlık yaratıyordu. Bu yaratış sırasında yüce bir varlığa dönüşüyordu. Hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir yücelik…”

Türkiye’nin İlk Özel Kadın Doğum Kliniği...

"Yıllar süren uğraşılardan sonra hamile kalabilmiş bir hastaya, özel kliniklerden birinde doğum yaptırmıştım. Bebek ağır bir sarılığa yakalandı. Klinikte bir çocuk doktoru olup olmadığını sordum "yok" dediler. İşte o sırada, loğusanın yanı başındaki odada, kraşa çıkarılan tüberkülozlu bir hastanın yattığını, aynı hemşirenin o kattaki bütün hastalarla ilgilendiğini, hatta bebeği kucağına aldığını gördüm. Bu gözlemden sonra, İstanbul'da bir kadın doğum kliniğine ihtiyaç bulunduğuna karar verdim. “Temiz bir özel klinik...”. İstanbul’da, modern bir kadın doğum kliniğinin gerekliliğini, işte karşılaştığı bu olaydan sonra anlayan Dr. Tarzi, Şişli’de Türkiye’nin ilk özel kadın doğum kliniğini açar. Klinikte her zaman bir ev havası olmasına özen gösterir ve yenilikleri takip ederek en son teknolojinin ürünlerini buraya taşır. Hastane araç gereçlerini hep İsviçre’den getirten Dr. Tarzi, bir gün broşürde ilgisini çeken bir kuvözü sipariş ederek prematüre doğan bir bebeğin de hayatını kurtarır. “Bu vakada; benim hekim olarak, klinik yöneticisi olarak duyduğum memnunluk ve heyecan; açıklanabilir, tanımlanabilir bir şey değil! Hiçbir maddi veya manevi teşekkür o vaka sırasındaki hislerimin karşılığı olamaz...” sözüyle de yenilikçiliğin önemini vurgular. Klinik daha sonra Nişantaşı’na taşınır ve zamanla Adile Naşit, Cahide Sonku, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım ve İnönü Ailesi gibi seçkin kişilere hizmet veren bir sağlık kuruluşu haline gelir. Zamanla, başvuran doktorlara sağlanan imkânlar ve gelen hastalara yatak olanağı gitgide azaldığı için, alınan izinlerle binaya önce üçüncü, daha sonra da dördüncü kat çıkılır. Kliniği, Dr. Tarzi’nin hayatında çok önemli bir yer kaplar. Zamanının çoğunu burada hastalarıyla geçiren Dr. Tarzi, zaman içinde yaşadığı bir takım sağlık problemlerine rağmen hiçbir zaman doktorluğa ara vermeyi düşünmez. “İnsan, hayatını başkalarınınkine bağladığında, kendi hayatını hiçe sayıyor, gözü görevden başka hiçbir şey görmüyor...” sözü ise bu kararı vermesindeki nedeni açıklar.

Gerçek Bir Cumhuriyet Kadını...

Dr. Tarzi, sosyal hayatında da pek çok başarılara imza atar. İstanbul’daki çalışan kadınlarla “İstanbul Soroptimis Kulubü”nü kurar. Bu klüp ilk planda eğitimsiz kadınlara okuma yazma öğretmeyi ve yeni yetişenlere elişi dersleri vermeyi amaç edinip başarılı olur. Aralık 1949’da, uluslararası federasyona asil üye olarak kabul olan kulübün kuruluşunun 25. yılında, Dr. Tarzi başkanlık yapar. Dr. Tarzi, aynı zamanda Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin de kurucularındandır. Meslek hayatına son verdiğinde bile dünyadaki gelişmelerden kopmaz; Japonya’daki Uluslararası Jinekoloji Kongresi’ne katılır. Kendisi ayrıca Tayland, Singapur, Filipinler, Hindistan, Japonya, Hawaii, Avustralya gibi pek çok ülkede bulunmuş, farklı kültürler tanımıştır. Mimoza dergisinin, Cumhuriyet'in 75. yılı dolayısıyla seçtiği "75 Başarılı Kadın" arasında da yer alan Dr. Tarzi, boğazı yüzerek geçen ilk kadın olma ünvanını da gururla taşır.
Gerek mesleki gerek sosyal hayatında gösterdiği üstün başarılarda, Dr. Pakize Tarzi dünya kamuoyunda Atatürk’ten sonra yetişen Türk kadınlarından biri olarak bilinmiştir. Meslek aşkı ve işini en iyi şekilde yapma arzusu sayesinde, geride unutulmayacak eserler bırakmıştır. Bunların en önemlisi kuşkusuz; “Türkiye’nin ilk Kadın Doğum Kliniği”dir. 21 Temmuz 1949’da Şişli’de kurulan ve daha sonra Nişantaşı’na taşınan klinik, öncelikli olarak Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilim Dalı’nda hizmet vermiş, yıllar içerisinde de kendisini geliştirerek; Genel Cerrahi, KBB, Göz Hastalıkları, Plastik ve Rökonstrüktif Cerrahi, Üroloji, Tüp Bebek gibi alanlarda da hizmet sunmaya başlamıştır.

Dr. Pakize İ. Tarzi, doktorluğu ve meslekte başarının sırrını şu sözleriyle açıklar: “İnsanları sevmeyen, doğaya aşık olmayan, karşılık beklemeden kendinden vermeyi bilmeyen hekim olmamalı… Bir hekim için önemli olan, moral yönünden doyuma ulaşmaktır. Buna ulaşılmazsa, yaşamaktan hiç zevk alınamaz. Hekim önce hayatın yüceliğini bilmek, hayata saygı duymak zorundadır. Benim mesleğimde kin, nefret, öç alma gibi şeyler yoktur. Temel ilke insana yardımdır. Hekimlik; yardım isteyene hiçbir biçimde sırtını çevirmeden, karşılık beklemeden, tam bir içtenlikle yardım etmeyi ilke edinen, bundan sonsuz zevk alan kimselerin mesleğidir ve böyle olmalıdır.”

Dopdolu bir yaşam geçiren Dr. Pakize Tarzi, ardında hoş bir seda bırakarak, 10 Ekim 2004 yılında aramızdan ayrılmıştır. Hiç şüphesiz ki o, ülkemizin yetiştirdiği önemli simalardan biri ve gerçek bir cumhuriyet kadınıdır. Onun ölüm haberini, tüm gazeteler baş sayfalarında; “Türkiye’nin ilk kadın doğum uzmanı Dr. Pakize Tarzi 94 yaşında öldü “ başlığı ile vermiştir.

Bu yazı www.pakizetarzi.com dan alınmıştır.


İlgili Konular:
- Kadın Hastalıkları Ve Doğum Tarihi
- Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uzmanı (Jinekolog) 
- Jinekoloji (Kadın Hastalıkları)
Tamamını >>

ÜLKEMİZDE İLK DOĞUMEVİ (VİLADETHANE) AÇILDI - 1892

Günümüzde, doğumevlerine gelen ziyaretçiler yeni doğan bebeğe ilk oyuncak olarak "Teddy bear" armağan ediyorlarsa, bilinmelidir ki bu mutluluğun bedeli Besim Ömer Paşa tarafından ödenmiştir. Bu ülkenin Besim Ömer Paşa'ya büyük bir teşekkür borcu vardır. Kadınlarımız bilimin ellerinde doğum yapmalarını Besim Ömer Paşa'ya borçludur. Baba olmanın mutluluğunda Besim Ömer Paşa'nın düşlerinin ve tüm baskılara rağmen çıkarmadığı beyaz doktor önlüğünün payı büyüktür... (Yazar: Sunay Akın) Devamı >>
Tamamını >>

Prof. Dr. Besim Ömer - Elleri Kanlı Bir Kahraman - Yazar: Sunay Akın

Viyana Oyuncak Müzesi, Galeri Ambiente'in çok yakınında; tarihi bir binanın birinci katında. Her Viyana seyahatimde mutlaka uğradığım yerlerden biri de orasıdır. Müzede sergilenen oyuncak ayılardan birinin önünden ayrılmak çok zor gelir bana. Siyah renkli bu ayıcığın eline tutuşturulan kartpostalda Titanik'in resmi vardır. O, oyuncak tarihinin ilk siyah ayısıdır. Titanik'in battığı yıl olan 1912 yılında, 1912 adet yapılmıştır ve korkunç kazada ölenlerin anısına bir yas oyuncağı olarak üretildiği için siyah renklidir! Titanik'in batışından 20, ilk oyuncak ayının yapılışından 11 yıl önce, 1892 yılının İstanbulu'nda ilk kez bir "Viladethane" açılır. Açan da eğitimini Paris'te tamamlamış olan Besim Ömer Paşa'dır. "Açılır" dedik ama bu hiç de kolay olmaz. 1885'te de Vehbi Bey kente bir viladethane açma girişiminde bulunmuş, hatta binanın planlarını mimar Perpignanni'ye çizdirtmiş, ama saraydan izin çıkmayınca tüm çalışmalar rafa kaldırılmıştı. Geçen yedi yıl içinde, birçok kadın doğum anında ölürken bir o kadar çocuk da sakat kalır. Besim Ömer Paşa, belli çevreler tarafından hakarete uğrar, Cağaloğlu'ndaki evi taşlanır. Bunun nedeni "Piçhane" kurmasıdır! "Hangi kadın gider orada doğum yapar, elbette doğacak çocuğun babası belli olmayan." Böyle düşünür kimileri ve Besim Ömer Paşa'yı şeytan ilan ederler. Evet, viladethane "doğumevi" demektir ve onun kuruluşunda öncülük yapan Besim Ömer Paşa da kadın doğum uzmanı olan bir biliminsanıdır.

PADİŞAH REDDETTİ
II. Abdülhamit'in doğumevi yapımını reddetmesinin nedenini Dr. Ömer Besim Paşa şöyle açıklar: 'O zaman nezd-i Şahane'de Viladethane'nin bir 'piçhane' gibi telakki edilmiş olmasıdır. Hep bu telakki tesiri altında menfi cevap gelmekte idi. Her şey burada düğümlenip kalıyordu.' 1892'ye kadar İstanbul'da kadınlar evlerde doğum yapıyordu. Ebelerin bilgileri dahilinde evlerde doğum yapmayan kadınlar, hamile olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalanlar ya da genelev çalışanlarıydı. Besim Ömer Paşa için doğum anı kadar, doğumdan sonraki bakım da önemliydi. Toplumu bilim yolunda yürütmekte kararlı olan Besim Ömer Paşa, Gülhane Askeri Tıbbiye'nin yakınındaki, üç oda ve bir sofadan ibaret olan binada ilk doğumevini açar. Böylelikle bilim, uygar yaşam, sarayı gizlice kuşatmış olur. Çünkü viladethane binası Topkapı Sarayı surlarına bitişikti ve Besim Ömer Paşa tüm çalışmaları saraydan gizleyerek yürütmüştü!

YAZIYLA ÇAĞRI
Doğumevini kuran bu yürekli insan, doğum yapacak kadın bulabilmek için gazetelerde yazılar yazmaya başlar. Özellikle de "fakirhane"lerde doğum yapan kadınların, normal şartlarda bile sağlıksız koşullarda yaşadığını belirterek doğum sonrasında bakımsızlıktan öldükleri gerçeğini vurgular. Onun düş kapısından içeri doğum yapmak için ilk hangi kadın girdi, bilemiyoruz; ama bu durum, o an Besim Ömer Paşa'nın yüzündeki gülümsemeyi gözümüzün önüne getirmemize engel değildir! Besim Ömer Paşa, son sınıf öğrencilerine 24 saat arayla, altışar kişilik gruplar halinde nöbet tutturur. Doğumevi, bu alanda nice uzman doktorun yetiştiği bir okula dönüşür. Doğumevi'nin başarısı İstanbul'da dilden dile yayılır. Öyle ki bina başvuruları kabul edemez hale gelir. Halkın talebi karşısında II. Abdülhamit, 1904 yılında yeni bir viladethane yapılması iznini verir. Bu izin, Besim Ömer Paşa'nın zaferinin saray tarafından da kabul edilmesi anlamına gelmektedir. İlk doğumevi 17 yıl hizmet verir. Nasıl Titanik'in Atlas Okyanusu'ndaki enkazında ölen insanların yardım isteyen haykırışları yankılanıyorsa, harabeye dönüşen ilk doğumevinin duvarlarında da zor bir ameliyat sonrasında dünyaya gelen bebeklerin çığlıkları ve mutlu annelerin, babaların kahkaha sesleri duyulmaktadır. Günümüzde, doğumevlerine gelen ziyaretçiler yeni doğan bebeğe ilk oyuncak olarak "Teddy bear" armağan ediyorlarsa, bilinmelidir ki bu mutluluğun bedeli Besim Ömer Paşa tarafından ödenmiştir. Bu ülkenin Besim Ömer Paşa'ya büyük bir teşekkür borcu vardır. Kadınlarımız bilimin ellerinde doğum yapmalarını Besim Ömer Paşa'ya borçludur. Baba olmanın mutluluğunda Besim Ömer Paşa'nın düşlerinin ve tüm baskılara rağmen çıkarmadığı beyaz doktor önlüğünün payı büyüktür. Oysa onun doğumevi günümüzde bir yıkıntı halinde ve yanına hiç kimse uğramıyor. Tıpkı, Titanik'in enkazı gibi... O tarihi bina bir gün mutlaka "Dr. Besim Ömer Paşa Müzesi"ne dönüştürülecektir. Buna yürekten inanıyorum. Viyana Oyuncak Müzesi'nde sergilenen oyuncak siyah ayıya ve tuttuğu Titanik resmine bakarken, Besim Ömer Paşa gelir aklıma... Çünkü o, New York'taki bir tıp toplantısına gitmek üzere bilet aldığı gemiyi kaçırmış bir yolcudur. O gemi Titanik'tir! İnancım, bu toplumun kahraman olarak elleri kanlı katilleri, çetecileri tanıması değil, Besim Ömer Paşa ve onun gibi biliminsanlarıyla "gurur" duymasıdır. Besim Ömer Paşa gerçek bir kahramandır. İlle de şartsa olsun, onun da elleri kanlı!


Ülkemizde çağdaş doğum biliminin öncüsü olan
PROF. DR BESİM ÖMER AKALIN (BESİM ÖMER PAŞA) 'nın hayatı >>
Tamamını >>

Prof. Dr. Besim Ömer - Gerçek Bir Kahraman - Yazar: Sunay Akın

GERÇEK BIR KAHRAMAN...

Besim Ömer elinde mektup zarfları Cağaloğlu'nun yolunu tutar. Postacı yine yanlış mektuplar atmıştır, kapı aralığından... Mektup zarflarına bir göz attığımızda üstlerinde "Besim Ömer" yazdığını okuruz, nefes nefese...

Nefes nefese diyorum, çünkü bu Besim Ömer'e yetişmek hiç de kolay değildir. Öyle hızlı yürümektedir ki, sanki arkasından atlı koşturuyor. Oysaki, beş yaşına kadar yürümek şöyle dursun, ayağa bile kalkamamıştır. Yürümeyi geç öğrenmenin hırsından olsa gerek, Besim Ömer Bey'i durdur durdurabilirsen... Evet!.. Bir daha baktım, mektup zarflarının üstünde "Besim Ömer" yazıyor! Yanlışlık nerede mi?.. O yıllarda iki Besim Ömer yaşamaktadır İstanbul'da: Biri, Doktor Besim Ömer, öteki ise ünlü atlet Besim Ömer... Ülkemizi uluslararası müsabakalarda başarıyla temsil eden Besim Ömer Koşalay , adaşının mektuplarının kendi adresine getirilmesine o kadar üzülmüştür ki, "Koskoca Besim Ömer Paşa kim, ben kimim?" diyerek bu yanlışlığa bir son vermek için adını "Ömer Besim" olarak değiştirmiştir.

Yağmurlu bir gece, Besim Ömer Paşa'nın Cağaloğlu'ndaki evinin kapısı öylesine yumruklanır ki, sokak kedileri gizlendikleri yerde iki büklüm olurlar. Doktor Besim Ömer Bey, kapıyı açtığında karşısında saray askerlerini görür. Besim Ömer'in bindirildiği at arabası İstanbul sokaklarında akortsuz bir piyanonun tuşlarında yol alır gibi geçerek sarayın Harem kapısının önünde durur... Padişahın gözdelerinden olan bir kadın o gece doğum yapmaktadır... Doğumun zorlu olacağı ebeler tarafından söylenince Fransa'ya başvurulmuş, Fransız uzmanlardan "İstanbul'da Besim Ömer varken, bize ihtiyaç yoktur" yanıtı alınmıştır. Doğumu başarıyla gerçekleştiren Besim Ömer, böylelikle Osmanlı Haremi'ne giren ilk kadın doğum doktoru unvanını da alır.

Gülhane Parkı, tarihimizde birçok yeniliğe sahne olmuştur. Gülhane Hatt-ı Hümayunu Mustafa Reşit Paşa tarafından burada okunmuş, ilk Atatürk heykeli bu parkın içine, Sarayburnu kıyısına konmuştur. 1892 ise yalnızca Topkapı Sarayı'nın dış bahçesi olan bu parkın tarihinde değil, ülkemizin aydınlanma tarihinde çok önemli bir yıldır. Bu yılda, Besim Ömer Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda ilk doğumevi (Viladethane) açılmıştır. Oysa o dönemlerde kadınlar evlerde ebeler yardımıyla doğum yapıyorlardı. Bu yüzden, bilime sırtını dönen çevreler Besim Ömer Paşa'yı "Piçhane" kurmakla suçlarlar... "Öyle ya, hangi kadın gider de doğum yapar, Besim Ömer Paşa'nın hastanesinde!?. Doğacak çocuğun babası belli olmayan!.."

Besim Ömer Paşa, tıp eğitimini İstanbul'da birincilikle tamamladıktan sonra Paris'e gitmiş, orada da kadın doğum konusunda dört yıl eğitim almıştır. 1891 yılında İstanbul'a geri döndüğünde, doğum esnasında ölen kadınlar, sakat kalan çocuklar konusunda bir an önce bir şeyler yapma konusunda kararlıdır. Dönemin padişahı II. Abdülhamit , doğumevini reddetse de, Besim Ömer Paşa insan hayatının en önemli, en güzel anı olan doğum olayının hatalar sonucunda kâbusa dönüşmemesini istiyor ve bu gerçeğin yolunda karşısına çıkacak ham taşları yontacak gücü kendisinde görüyordu.

Gülhane Parkı'nda bulunan Askeri Tıbbiye'nin yanındaki "üç oda ve bir sofa" dan oluşan küçük bir binada "gizli" olarak açılan ilk doğumevine doğum yapacak kadın bulmak için kolları sıvayan Besim Ömer Paşa, gerçeği bulma yolunda en büyük güç olan yazıyı kullanır. Besim Ömer Paşa gazetelerde yazdığı yazılarla bilimin çatısı altında yapılacak doğumun yararlarını halka anlatır ve cehalete karşı büyük bir savaş başlatır. Tüm bunları yaparken, doğumevinde görev yapacak doktorları, hemşireleri de eğitmekte, adeta büyük bir sağlık ordusu hazırlamaktadır. Besim Ömer Paşa'nın hakarete uğradığı, kimileri tarafından "şeytan" ilan edildiği ve bir gün doğumevinin kapısında taşlanırken, içeri girmesini söyleyen öğrencilere, "Bunların karşısında bir adım dahi geri atmayacaksınız" dediği dilden dile anlatılır... Tıbbiye son sınıf öğrencilerinin altışar kişilik gruplar halinde 24 saat nöbet tuttuğu ilk doğumevi tahmin edebileceğiniz tüm zorluklara karşı gelmeyi başarmış ve kendini topluma kabul ettirmiştir. 17 yıl hizmet veren, içinde Besim Ömer Paşa gibi bir devi barındıran bu küçük bina 1909 yılında terk edilir... Doğumevi, II. Meşrutiyet'in getirdiği soluklanma fırsat bilinerek Kadırga'da inşa edilen daha büyük bir binaya taşınır.

Milletin gerçek kahramanları...

Eğer bir gün yolunuz Gülhane Parkı'na düşecek olursa, koca ağaçların altında yürürken etrafınızı iyice dinleyin... Besim Ömer Paşa'nın doğumevinden yükselen seslere kulak verin... Yaşamı kurtarılan annelerin mutluluktan ağlayışlarını, sapasağlam doğan bebeklerin dünyaya merhaba diyen çığlıklarını duyacaksınız. Günümüzde kadınlar bilimin ellerinde doğum yapmakta, erkekler bilimin kapısı önünde baba olmanın müjdesini beklemektedirler. "Bu millet her şeyi hazır aldı, bu yüzden kıymetini bilmiyor" sözü çok yanlıştır. Biz, gerçeğe ulaşma yolunda çok büyük bedeller ödedik, hâlâ da ödüyoruz. Sorun şudur ki, ödenen bedelleri unuttuk. Doğumhanelerin kapısı önünde yaşanan mutlulukların bedelini de Besim Ömer Paşa ödemiştir. Bilimin ışığı altında anne olan her kadının, bilimin eşiğinde baba olmayı bekleyen bu toplumdaki her erkeğin Besim Ömer Paşa'ya bir teşekkür borcu vardır. Ülkemizde kahraman diye elleri kanlı katiller sunuluyor topluma... Oysa, bu milletin gerçek kahramanları Besim Ömer Paşa gibi bilim insanları, sanatçılarıdır. Kahraman olmak için ille de "kan" gerekiyorsa kabul... Besim Ömer Paşa'nın da elleri doğumevinde her gün kan içindeydi!..

Kaynak: Sunay Akın


Ülkemizde çağdaş doğum biliminin öncüsü olan
PROF. DR BESİM ÖMER AKALIN (BESİM ÖMER PAŞA) 'nın hayatı >>
Tamamını >>

KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM TARİHİ

Bu bölümde kadın hastalıkları ve doğum (obstetrik ve jinekoloji) tarihindeki önemli doktorlar, bilim adamları ve çeşitli gelişmeler yer alacaktır.



Ülkemizde çağdaş doğum biliminin öncüsü olanPROF. DR BESİM ÖMER AKALIN (BESİM ÖMER PAŞA) 'nın hayatı

Sunay Akın'ın Prof. Dr. Besim Ömer hakkındaki yazısı -1

Sunay Akın'ın Prof. Dr. Besim Ömer hakkındaki yazısı -2


Ülkemizde ilk bayan kadın-doğum uzmanı :
DR. PAKİZE İ. TARZİ


Ülkemizde İlk Doğumhane (Viladethaane) Açılması (1892): tıkla >>


İlgili Konular:
- Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uzmanı (Jinekolog)
Jinekoloji (Kadın Hastalıkları)
Tamamını >>

Prof. Dr. Besim Ömer AKALIN (1862 - 1940)

Ülkemizde çağdaş doğum biliminin öncülerinden olan Prof. Dr. Besim Ömer Akalın (Besim Ömer Paşa); 1862'de İstanbul'da doğdu. Babası Ömer Şevki Paşa, ilk Meclis-i Mebusan'a Sinop temsilcisi olarak katılmıştır. İlk öğrenimini Priştine ve Kosova'da gören Besim Ömer Akalın, daha sonra Gülhane Askeri Okulu'na ve Kuleli Askeri Lisesi'ne devam etmiştir. 1885 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi (Tıp Okulu) yüzbaşı rütbesiyle bitirmiş, bir süre Yunanistan sınırında askeri hekim olarak görev yapmıştır. Burada tifoya yakalanınca İstanbul'a geri dönerek Tıp Okulu'nda doğum kliniğinde öğretmen yardımcısı olarak göreve başlamıştır. 1887'de Paris'e uzmanlaşma için giden Besim Ömer; buradaki deneyimlerini iki kitapla ülkemize taşımıştır. "Doğum Tarihi" isimli kitabı ülkemizde doğumla ilgili ilk çağdaş eser özelliğini taşımaktadır.

Paris'teki eğitiminin ardından 1891 yılında İstanbul'a döndü. Doğum hocalığına atandı. Dr. Besim Ömer Akalın'ın gerçekleştirmek istediği en önemli iş; bir doğum kliniği açmaktı. Ancak dönemin anlayışı bir doğumhanenin açılışına resmi olarak izin vermiyordu. Besim Ömer; buna rağmen 1892'de Demirkapı'daki Taşkışla'ya yakın bir bölgede üç odadan oluşan küçük bir binayı gizlice doğum kliniği haline getirdi. Bu klinik; ülkemizdeki ilk doğum kliniğidir.


1893 yılında; Brüksel'de toplanan uluslar arası kongreye devlet tarafından gönderildi. Aynı yıl; Dr. M. Nizamettin ile birlikte "Kadın Hastalıkları" isimli bir kitabı Osmanlıcaya çevirdi. Besim Ömer; kadın sağlığı ve doğumun yanında çocuk sağlığı alanında da eserler vermiştir. Ayrıca tıp hijyeni, asepsi ve antisepsi konularında da çalışmaları olmuştur. 1895 yılında Ebe Okulu'na öğretmen olarak görevlendirilmiştir. Ebeliği ayrı bir meslek dalı olarak değerlendiren Dr. Besim Ömer; ebelik eğitiminde adeta yeni bir çağ açarak Ebe Okulu'nu çağdaş bir özelliğe kavuşturmuştur. Ebelik alanında ilk kitaplara da imza atarak "Doğurduktan sonra", "Ebe hanımlara öğütlerim" ve "Ebelik" isimli kitaplarını yayınladı. Dr. Besim Ömer Akalın; bu çalışmalarıyla ülkemizde çağdaş ebeliğin kurucusu oldu. Yazdığı bilimsel eserleri yanında halkı eğitmek içinde kitaplar yazmış, ilk doğum kliniğini açarak kadınların hekimler tarafından muayenesini sağlamıştır.


1899'da Doğum Kliniği şefliğine atanan Dr. Besim Ömer; 1909 yılında da kliniğini Kadırga'ya taşıdı. 1928 yılına kadar Kadırga'da bulunan klinik daha sonra Haydarpaşa'ya taşındı. Dr. Akalın; şimdiki ismi Kızılay olan kuruluşun kuruluş çalışmalarında çok aktif görevler üstlenmiş kadınlar kolunun kurulmasına önayak olmuştur. 1915 ve sonrasında bu kez hastabakıcılık mesleği üzerine eğilen Dr. Besim Ömer; bu alanda da bilimsel eserler vermiştir. Başlıca kitapları; "Hastabakıcılık", "İlk yardım", "Savaş zamanında hastabakıcının bir günlük görevi", "Hastabakıcılığa dair" olmuştur. Besim Ömer'in kurulmasında öncü olduğu bir diğer dernek de halen çalışmalarını sürdüren Verem Savaş Derneği'dir. 1918 yılında kurulan derneğin kuruluş çalışmalarında yer aldı. 1921 yılında M. Kemal Atatürk'ün öncülüğünde kurulan Çocukları Koruma Derneği'nin kurucularındandır. Besim Ömer Paşa'nın 1938'de kurucusu olduğu bir başka kuruluş da Türk Tıp Tarihi Kurumu'dur. Ülkemizde; kadın sağlığı, doğum, ebelik, çocuk sağlığı, Kızılay, hastabakıcılık, verem, tıp tarihi alanlarında öncü uğraşlar vermiş Dr. Besim Ömer Akalın; 19 Mart 1940 tarihinde Ankara'da vefat etmiştir.


Kaynak: İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi İnci Hot'un hazırladığı yüksek lisans tezi

Tamamını >>



UYARI: Sitedeki bilgiler hastalıkların tanı ve tedavisinde kullanılmamalıdır.
Yazıların her hakkı saklıdır, izinsiz kullanılamaz. devamı >>

"Gebelik ve kadın hastalıkları konusunda ayda 1 milyondan fazla ziyaretçi sayısı ile en çok tıklanan, en geniş içerikli site"